Çabalarken ruhu koruyabilmek
Kendimize memnuniyetsiz, etrafımıza yorgun, ruhumuza uzak hale gelmeden de çok çalışmak ve mutluluğumuzu başkalarının onayından kurtarmak mümkün.
Ruhunu korumadan ilerleyen yok olur.
Çocukken duymuştum. Alice Harikalar Diyarı’nda olması gerek, bir söz vardı, yerimizde sayabilmemiz için koşmamız gerek diyordu. Bu söz ara ara aklıma geliyor.
İnsan kendine bazen çok yükleniyor. Koca bir geçmişin, hataların, günahların sorumluluğunu üzerine almaya, herkes için bir şeyleri değiştirmeye çalışıyor. Daima atak halinde, oradan oraya koşturuyor, kovalıyor, saldırıyor. Sonra bir fark ediyor ki en büyük pişmanlıklarını anlatan yaşlılar, hayatlarını yaşayamamaktan, gençken bir durup nefes alamamaktan dert yanıyorlar.
Öyle bir dünya ki sadece var olduğunu başkalarının onayıyla kanıtlayabilmek için üstüne vazife olmayan şeylere koşturan insanlara dönüştürmeye çok müsait. Geri bildirimlere bağımlı, hayat gayesi başkalarının ağzından çıkan onay sözcükleriyle güzelleşen ve berbat hale gelen, yaşamanın aksine yaşadığını başkalarına kanıtlamak olan biri olmak hiç bu kadar kolay olmamıştı belki, tıpkı aksine bu döngüyü kırmak gibi. Zuboff’un “gözetim kapitalizmi” dediği bu sistem de, bu dikkati adeta bir hammaddeye çevirip beğeniler, etkileşimlerle besliyor, insanı sonsuz bir döngüye hapsediyor. Zaten onay beklerken, koskocaman bir onay sisteminin içinde kaybolup gidiyor hayatlar.
Bu dışa bağımlılık ve hep onay beklemek öyle bir maraton ki akıllıca ve ruha iyi gelecek şekilde ilerlemezse günün sonunda kendimize memnuniyetsiz, etrafımıza yorgun, içimize uzak hale gelmemize neden oluyor. Bu da gözümüzdeki o ışığı alıyor. Kimsenin gözümüzdeki o ışığı almasına izin vermemek gerek.
Tatmini kendi için bulmak
Belki de ilk konu mutluluğu başkalarının bizi algılama şeklinde değil, kendimizi nasıl hissettiğinizde aramak iyi olabilir. Söylemesi kolay, birkaç düşünce egzersiziyle yapmasına da kolaylaşabilir.
Fark etmek
İnsan çoğu zaman neyi sadece onay için yaptığını fark edemiyor. Günü bitirirken bugün kendi ilkelerime bağlı kalabildim mi diye sormak, bir şeyleri yaparken bunu neden yaptığını sormak bile bir şeyleri fark etmek için enfes ilk adım olabilir.
Gecikmeli paylaşım
Bir şey başardığında, güzel bir şey tamamladığında onu hemen ulu orta paylaşmayıp mutluluğu önce kendin hissetmek, başkalarının sözlerine göre mutlu veya mutsuz olmanın önüne geçebilir. Bitirdiğin bir resmi, gittiğin bir konseri, okuduğun bir kitabı hemen değil de, bir gün sonra hikaye atmak gibi minik şeylerden bahsediyorum. Bu da yaşadığın duyguyu fark etmeye, kendi başına mutluluğundan ve yaptıklarından ne kadar keyif alıp almadığını anlamaya, haliyle de kendini terbiye etmeye yarayacaktır.
Görünmez emek
Tatmini kendi içinde bulmak için görünmez bir emek oluşturmak da kıymetli. Yeni başlanılan o şeyi kimseye söylememek ne hissedeceğin konusunda başkalarının onayını beklememek anlamına geliyor. İnsanların onayını almadan yine kendi içinde mutlu olabiliyorsan; gelişimini, sürecini keyifle takip edebiliyorsan bu özelliğini değiştirmek mümkün de olabilir. Gizli emek mutluluğu başkalarının sözlerinden bağımsız üretiyor.
Asıl büyük ödül, eylemin bizzat kendisinde olmalı yani, başkalarının ona verdiği tepkide değil. Bu da ruha iyi geliyor, dengesiz dalgalanmaların önüne geçiyor. Modern nörobilimde de benzer şeyler vardı. Başarıyı içsel ölçütlerle kutlayanların beyninde dopamin dalgalanması daha dengeli seyrediyor, yani motive eden kimyasallar bir anda yükselip bir anda çökmüyor, sürdürülebilir bir memnuniyet akımı oluşturuyor.
İşin özü bir başına kalabilme cesaretine sahip olmak ve bunu yapabilmekten geçiyor. Kendi içinde mutlu, duygularını anlamlandırabilen biri başkalarının onayına göre savrulmayacaktır.
Ruhu güçlendirmek
Asıl tatmini başkalarında değil, kendi içinde bulmaya başladığında çabalamak da daha anlamlı gelecek. Çok çalışmak, istediğin şeyler uğruna geceleri gündüz etmek daha da kolaylaşacak. Bunu yaparken ruhu da güçlü tutmak gerek.
Geçen ay Japonya’da küçük bir kasabada iki hafta kadar geçirdim. Bazı günler civarda tezgahını kuran antikacıda eski bir dergi sayfasından kesilmiş bir kağıdı gösteren bir çerçeve gördüm, epey ilgimi çekti. Savaşçılar için barışta dinlenebilmekten, ruhunu beslemekten bahsediyormuş. İyi bir savaşçı olabilmek için ara vermek de kıymetli, bu da savaşmanın bir parçası gibi bir öğüdü varmış.
Şöyle diyormuş:
Geri çekilip ruhunu korumasını bilmeyen kişi, sonunda ilerleyemez ve yok olur. Bu yüzden bir savaşçının ruhunu güçlendirmesi, savaşsız zamanlarda olur.
Şu basit parça; iyi meziyetler kazanmış, cevval bir savaşçı olmanın yanında stratejik ilerlemenin ve özellikle geri çekilmenin önemini anlatıyor. Bu düşünce sadece kılıç çevirenlere değil, aynı zamanda bugün kod yazan, sosyal medyada bir şeyler paylaşan, satış yapan insanlar için de geçerli. Bilinçli şekilde durmayı bilmedikten sonra çok çalışmanın çıktısı ömür sonundaki pişmanlıklar olabilir.
Yani planlı mola asla bir panik fren değildir, aksine sürecin bir parçası.




Değirmeni soğutmak
Bu düşünce İbn-i Sina'da da vardı, beden - ruh dengesi üzerinden anlatıyor bunu değirmen taşına benzeterek. Taş durmadan dönerse un bozulur, hiç dönmezse de buğday çürür. Taş arada soğumalı ki un kıvamında çıkabilsin. İnsan arada durabilmeli ki uğruna çabaladığından keyif alabilsin, daha iyisini yapabilsin.
Bunun üzerine bir araştırma da vardı, bir YouTube kanalında görmüştüm. 2 saate kadarlık odak çalışmalarında 5-10 dakikalık kısa aralar vermek alınan kararların kalitesini de artırıyormuş. Yani durmaksızın çalışmak yerine arada ara veren insanlar daha oturaklı kararlar alabilirler. Öyle ki sadece camdan dışarı bakmak bile bir tür zihinsel budama olabilir.
Çok değil, arada durmak hem daha verimli çalışmayı sağlıyor hem de hayattan keyif almayı sağlıyor.
Dalları budamak
Bazı dönemler asma öyle gürleşir ki yapraklar arasında Güneş meyveye zor ulaşır. Dışarıdan bakınca meyveler için sabırsızlanabilirsin ama meyve alamayabilirsin. Bu onun büyümediği, ilerlemediği anlamına gelmez. İyi büyüyor olsa da yönlendirmeye ihtiyacı olabilir. Makası alırsın, bazı yerleri budarsın, kaynaklar iyi kullanılmış olur ve meyve alırsın.
Bu gereksiz işleri ortadan kaldırmak en güzel iş dünyasında ölçülebilir. Düşük değer üreten işleri yapmayı bırakan veya onları başka ekiplere devreden ekipler daha kaliteli işler çıkarmaya başlıyor. Yani bir 15 dakika oturup yapmasam da olur denilen şeyleri gözden geçirip onları budamak daha büyük çıktı üreten şeylerdeki başarıyı artıracaktır.
Garip gelebilir ama her gün 20 dakika hiçbir yere odaklanmadan boş bakan insanlar yaratıcılık odaklı testlerde daha yüksek sonuç alıyorlarmış. Sabah kahve demlerken bir yere odaklanmadan camdan dışarı bakmak bile kendimize tanıdığımız bir zaman, haliyle o bile işe yarıyor. Kupayı hafifletenler daha yaratıcı oluyor.
Peki sen, mutluğu başkalarının sözlerinde değil de kendi içinde bulmak için ne yapacaksın? Sonrasında hangi dalı budayacak, hangi değirmeni soğutacaksın?
Yazdiklariniz ruhuma ve yorulmusluguma ayna tuttu. Cok tesekkurler. Umarim hep aklimda kalir.
Yazınızı çok beğendim. Teşekkürler:)