Hazza köle olmamayı düstur edinmek
Haz öyle bir şey ki ne kadar çok yaşanırsa kendine o kadar köle ediyor.
“İffet insana bir sürü vakit kazandırır; şehvetinse boş tek bir anı bile yoktur.” - Seneca
Haz öyle bir şey ki ne kadar çok yaşanırsa kendine o kadar köle ediyor.
Bildirim sesleri, izlendikten birkaç saniye sonra unutulan kısa videolar, yeni tweet’leri görmek için dönen o yüklenme ikonu… Hepsi beynin ödül devrelerini ateşleyen bizi mutlu eden haz paketleri gibi çalışıyor.
Arkasında koca bir ekonominin döndüğü bu hazlardan biraz uzak kalınca canlar sıkılıyor, tatlar hemen kaçmaya başlıyor. En umumi yerlerde bile telefon bize en yakın konumda bulunuyor. İnsan maalesef artık kölesi olduğu şeyi beraberinde taşıyor, efendisinden uzak kalmak bir kenara dursun hep onunla olmak istiyor.
Bu ne yazık ki bir haz - kölelik döngüsü ve bugün büyük oranda bildirimlerle, algoritmalarla ve anlık ödül ekonomisiyle sinsice çalışıyor. Öyle ki hazzın bu kadar kolay erişilebildiği dönemlerin çok uzağında yaşayan Marcus Aurelius bu haz düşkünlüğünün insanı bir kukla gibi seğiren bir köleye dönüştürdüğünü söylüyor. Bu da ona göre bizi ömrünün tamamında mütemadiyen bugünden şikayet eden, yarının matemini tutarak harcayan canlılara dönüştürüyor.
Nefse köle olmamak
Nefsimiz üzerinde irademiz yoksa hayatta yapmak istediğimiz şeylerden kolayca sapabiliriz. Bize yoğun ve hızlı hazlar sunan günümüz dünyasında ne kadar çok haz elde edersek, Senaca’nın deyimiyle, bir o kadar çok köle, o kadar çok efendiye sahip oluruz.
Nefse köle olmamak en basit tanımıyla daha dirayetli olmakla, iradeye hakim olmakla mümkün olacaktır. Stoacılar da irade gücünü kas gücüne benzetiyorlar. Nasıl kas çalışırsa güçlenecekse, irade de çalıştırıldıkça güçleniyor. Buna benzer bir yorumu nörobilimci Andrew Huberman’dan da duymuştum. Ne kadar çok irade gerektiren şey yapılırsa hayatın her alanında daha dirayetli olunabiliyormuş. Bu da haz getiren şeylerin peşinden gitmemek için bazı eylemlerle daha anlamlı hale gelebilir.
Bilinçli rahatsızlık yaratmak
Yukarıda bahsettiğim Huberman alıntısı burada devreye giriyor. İrade, kullanıldıkça güçleniyor. Bilinçli rahatsızlık (deliberate discomfort) diye çevirebileceğimiz bir yönteme göre, kendimizi istemediğimiz durumlara sokmak, hayatın neresinde olursa olsun irademizi güçlendiriyor.
Böyle yazınca büyük şeyler yapmak gerekiyor gibi düşündürebilir ama kesinlikle o kadar da büyük konular olmak zorunda değil. Sabahın erken saatinde yatak sıcacıkken kalkmak veya tam yemek öncesi şekerin epey düşükken ikram edilen bir tatlıya hayır demek; hayatta daha dirayetli olmaya yardımcı oluyor. Daha da düşürürsek 120 saniye yapacağın bir egzersizi 121 saniye yapmak da buna dahil. Rahatsızlığa alışmak gibi ama iyi anlamıyla.
Bu da bizi Stoacıların kendilerini neden durduk yere zor duruma soktuklarına götürüyor. Detayına inmeyeceğim ama o da şöyle: Parası olmasına rağmen bazen fakir gibi yaşamak, açlığı tatmadan bir şeyler yememek veya soğuk havada bazen ince şeyler giymek gibi birçok şey yapıyorlarmış. Bu da onların hem bir şeylerin değerini anlamalarına hem olası bir kötü geleceğe hazırlıklı olmalarına hem de iradelerine daha hakim olmalarını sağlıyormuş.
Gönüllü Eksiltme
Bazı olmasa da olur ama olursa iyi olur dediğimiz şeyleri bir kenara koymak ve onlarla ilişkimizi ortadan kaldırmak da iradeyi güçlendirecektir. Az çoğu zaman çok olabilir.
Haftada bir gün telefona bakmamak, hızlı haber almak istediğimiz insanlar dışındaki insanların bildirimlerini kapatmak olabilir. Herhangi bir sağlık sıkıntısı yoksa bir gün oruç tutmak da fayda sağlayacaktır. Burada gönüllü şekilde yapılan her eksiltme, iradeyi güçlendirecektir.
Maliyet analizi
Kilo vermek için rejim yaparken paketli gıdalardan uzak durmaya çalışıyoruz diyelim. Dolapta rafine şeker içinde yüzen bir paket tatlı gözümüze çok daha güzel gelecektir. Bunu açıp yemek gastronomik bir zevk verecek, bir süre sonra da pişmanlık doğuracaktır. O tatlıyı yememeyi tercih etmek ise başka bir tür zevkle ilişkilendirilir. Yemeden önce oturup maliyet hesabı yapmak (zararlı tatlıyı yiyip mutlu olmak ve sonra pişman olmak mı yoksa sağlıklı bir vücuda sahip olmak için diyete devam etmek mi) bu anlamda epey kıymetli olacaktır.

Burada yazdıklarımın ana kaynağı olan ve Stoacı görüşü günümüz hayatına uygulama üzerine enfes yazıları olan William B. Irvine, bu konuları işlediği bölümün sonunda şöyle yazmış: Zevkten feragat etmenin kendisinin zevkli bir şey olduğunu keşfetmek de böylece stoacıların marifeti oluyor. Önceden de dediğim gibi onlar, zamanlarının en derin görüşlü psikologlarıydı.
Ben, nacizene, bu görüşü pek romantik bulsam da zevkten feragat etmenin aslında farklı bir zevk olduğu çıkarımı çok hoşuma gitti.
Sanırım Ibni Haldun diyordu, adetler ikinci fıtrat olur. Hazza köle olan zihinler, maalesef ki hazzın götürdüğü alışkanlıklarla yaşarlar, bu da onların tüm yaşam deneyimlerini etkileyen şeylere dönüşür. Haliyle hazza bağımlı yaşamanın getirdiği, götürdüğünden çok daha can sıkıcı olabilir.